2022 senesi bana pek uğurlu yüzünü göstermedi. Bazı nedenlerden dolayı fazla kitap okuyamadığım bir yıl oldu. Goodreads'te hedefimi bu sefer tutturamayacağım galiba. Üzücü.. :/
Fakat bu beni yıldırmadı ve yeni kitaplar alıp kütüphâneme eklememe engel olmadı.
'Nasılsa okurum bir gün' diye yığdığım kitaplara ailemin tepkisi tabi ki olumsuz oluyor. Nedendir bilinmez bazı insanlar onlara verilen parayı, çöpe atılmış servet olarak görüyor. İçtiği sigaraya, fazladan alınmış giyim ve aksesuara harcanan yüzlerce hatta binlerce lira uçup giderken kitap almak neden bu kadar göze batıyor anlayamıyorum.. 🤷♀️

Geçenlerde Amazon'un alışveriş festivalinden, @muratkbesiroglu'nun bir süredir listemde olan kitabı Schrödinger'in Papağanı'nı nihayet alıp okuyabildim. 🎈
Kendisi edebiyat dünyasında ve Hive âleminde çok ünlü bir yazardır. Burada tanımayanınız yoktur sanırım. 🙆♀️
Daha önce Aşk Algoritması'nı da okumuş, burada yorumlama gafletinde bulunmuştum. Şimdi yine aynı şeyi yapacağım. 🙊
Yazarının yanında onun eserini incelemek hayli zor. Ama beğendiğim bir kitabı anlatmaktan keyif alıyorum ve bunu da sizlerle paylaşmak istedim. ☕

Perseus Yayınevi'nden çıkan 2019 basımlı olan bu kitap, altı bilim kurgu öyküden oluşuyor. Eserini, sevgili eşi Nuray Hanım'a ithaf ettiğini görmek hoşuma gitti ve gülümseyerek ilk sayfasını çevirdim.
Önsözle karşılaşınca okuyup okumamakta kısa bir tereddüt yaşadım. Hele ki son tecrübemden sonra, 'bir daha asla bakmayacağım' bile demiştim. Çünkü Tevfik Fikret'in kitabındaki tüm öyküler ilk sayfada özetlenmişti. Bu, işgüzarlıktan başka bir şey olamaz. Okura ve yazara saygısızlık resmen. :|
Bu kitaptaki önsöz, editör Ayfer Alper tarafından kaleme alınmış. Nedendir bilmem beni kendine çekti. Çok içten satırlardı okuduklarım. Sanki biz okurların gözüyle görmüş ve aynı heyecanı yaşıyor gibiydi.
"Hani bazen bir yazarın yazdığı bir eseri beğenince daha fazlası var mıdır diye merak edersiniz ya, kitapta yer alan öyküler üzerimde öylesi bir etki yarattı."
Ayfer Alper, sayfa 8
Ben de aynı fikirdeyim ve beğendiğim yazarların diğer kitaplarına da aynı şekilde sarılıyorum. :)
Bu arada bir şeye değinmeden geçemeyeceğim. Aşk Algoritması'nda beni rahatsız eden ve baskıdan kaynaklı olduğunu düşündüğüm, çok sayıda yazım yanlışı vardı. Bunlar okumayı sekteye uğratıyordu; fakat bu kitapta yok denecek kadar azdı ve cümleler kendiliğinden akıp gidiyordu sanki.
Her güne bir öykü okuyarak bu lezzetin uzun süre damağımda kalmasını istedim. Yine de 166. ve son sayfasına gelivermiştim. 🙂
Bu kadar gevezelikten sonra ilk öykü olan Çoklu Zaman Notları'ndan bahsetmek istiyorum. Öyle vurucu bir cümleyle başlıyordu ki devamını merakla okumayan, Ekmek Teknesi dizisindeki "Ölü" karakterinden başkası olamaz. 🙅♀️
Sakın spoiler demeyin, zaten kitaba onunla giriş yapıyorsunuz. O kapıdan geçtikten sonra yaşanacakları biraz merak edin istiyorum. :)
Ayrıca Sil Baştan filmini de çağrıştırdığını söylemek isterim.
"Yarın akşam gün batmadan önce ölmüş olacağım."
Murat K. Beşiroğlu, sayfa 11
Zaman yolculuğu yapabilen, kendine has hedefleri olan bir mühendisin anılarını okuyoruz. 'Onun yerinde olsaydık ne yapardık veya elimizden bir şey gelmediği durumlarda nasıl bir acının içinde olurduk?' düşüncesi bile sıkıntı verici. Sürekli bir şeylere müdahale etme gayretinde olmak şimdiki zamanın yaşanmasına engel oluyordur belki de..
Çoklu zamanlarda yaşayan adam, geçmişe gidip çok önemli bir şeyi değiştirmek ister. Ama onu izleyen Zaman Polisleri ona engel olmak için harekete geçer. Acaba onlara yakalanmadan hedefini gerçekleştirebilecek mi yoksa bu yolda benliğini mi yitirecek?
Umarım daha huzurludur ismini bile bilmediğim o adam.
Sıradaki, kitaba ismini veren öykü olan Schrödinger'in Papağanı'ydı.
Amsterdam'da bir laboratuvarda gözlerini açan ve kendisine insan geni aktarılmış Anadolu kedisinin hikâyesine tanık oluyoruz burada. Bizim tekir, tutsaklığa daha fazla dayanamayarak tesisten firar eder ve soluğu Türk mahallesinde alır. Kan çekiyor tabi ki. :) Türkiye'ye kesin dönüş yapan bir gurbetçinin bagajına sığınarak ta İstanbul'a kadar zorlu bir yolculuk yapar. Başından birçok macera geçtikten sonra bir gencin evine kapağı atar.
Kendini kedi olarak hissettiğinde hayat gayet eğlencelidir. Lazer peşinde koşmak, oyuncaklarla oynayıp yaş mamaların tadına bakmak keyiflidir ama insan gibi düşünüp hissettiğinde bazı boşlukları doldurmakta güçlük çeker. Medya maymunu olmanın eşiğinden dönen kedinin hayatı televizyonda gördüğü bir haberle değişir. Acaba Schrödinger'in Kutusu açılacak mı yoksa etrafa kocaman bir sis bulutu mu yayılacak? Bunu merak ediyorsanız, bu öyküyü okumalısınız. 😽
Diğer hikâyenin adı Kıyametin Yedi Günü'ydü. 12 bölümden oluşuyordu ve hayli uzun olmasına rağmen akıcıydı. Nicolas Cage'in kıyamet temalı filmlerinden birini izliyormuş gibi hissettim. Ne zaman başlayıp ne zaman bitirdim anlayamadım. 🙂
Dördüncü öykü olan Titan'da İsyan'ı, bilim kurgunun mekanik tarafına benzetiyorum. Yapay zekalar ve makinelerle birlikte 'Ben, Robot' evreni gibiydi sanki. Titan'da bakım mühendisi olan Alaz'ın başından geçenleri okuyoruz. Titan ile Dünya arasında sıkışıp kalınca yaşadığı yere dönmek istediğinde, kendisine söylenen şu söz bayağı düşündürücüydü:
"Dünyaya kendini de götüreceksin. Yani dönüşün aslında bir işe yaramayacak."
Murat K. Beşiroğlu, sayfa 11
Bazen böyle hissettiği anlar oluyor insanın. Gittiğimiz yere kendimizi de götürdüğümüz için uzaklaşmakta zorlanıyoruz. Çünkü kaçmak istediğimiz şey, çoğu zaman kendimiziz..
Alaz'ı, Ay Polisi adlı çizgi/grafik romandaki karaktere benzettim. Onun kadar yapayalnızdı, dünyadan uzaktaydı ve çaresiz bir ruh hâline bürünmüştü. Eğer merak ettiyseniz okumalısınız.
Sonraki, 3 bölümden oluşan İsyankâr'dı. Her öyküde yeni bir maceraya atılmak keyifliydi. Birbirinden bağımsız bölümleri olan bir diziyi izliyormuş hissini uyandırdı.
Sayfaların arasında bi yerlerde 'Kayıp Cennet' ifadesi geçince, bana sanki bu isimde bir kitap varmış gibi geldi. Evet doğru hatırlamışım. John Milton tarafından yazılan ve Yitirilen/Kayıp Cennet olarak dilimize çevrilen kitabı görünce hemen sipariş ettim tabi. :) Şu an onu okumamış olduğum için ona atıf yapılıp yapılmadığını bilemiyorum, herhangi bir ilişkisinin olduğundan da emin değilim ama kitap içinde kitaplar keşfetmeye bayılıyorum. 🙆♀️
İsyankâr da yine maceralı ve zevkle okuduğum bir öykü oldu. Hakkında pek bilgi vermeyeceğim bu kez. Merak edip okumanızı istiyorum çünkü. 🙂
Son hikâye olan Gönülsüz Zaman Gezgini diğerleri alınmasın ama içlerinden en sevdiğimdi diyebilirim. Masalsıydı.. Bilim kurgunun bu yönü beni cezbediyor. Keyifle okudum, her sayfası heyecanlı ve merak uyandırıcıydı. Akşamları loş ışıkta sobanın etrafında toplanıldığında anlatılagelen hikâyeler gibiydi. 🙆♀️
Kahramanlarımız çekiliş sayesinde elde ettikleri biletlerle geçmişe yolculuk yapıyor ve bir maceranın ortasında buluyorlar kendilerini. Şimdiki kıyafetleriyle tarihin eski bir zamanında ilginç bir hikâyeye tanıklık ediyorlar. Onlarla birlikte biz okurlar da.. :)
Kendimi Agatha Christie romanlarındaki yaşlı ve tatlı bir cadı olan Miss Marple'a benzetiyorum bazen. 🙆♀️
Havadaki tehlikenin kokusunu en erken alan odur. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. O, bir cinayeti dedektif gibi hatta onlardan daha hızlı bir şekilde çözüp katili ortaya çıkarmasıyla ünlü. Yaşadığı küçük İngiliz köyündeki insanları çok iyi tanıyor ve tahlil ediyor. Daha sonra bambaşka yerlerde gördüğü olayları ve kişileri köydekilerle bağdaştırıyor. Gizemli bir olayı çözmede bu benzerliklerden yararlanıyor.
Ben de okuduğum veya izlediklerimle daha öncekileri benzetip bağ kurmaya çalışıyorum. Bir kitabın çağrıştırdığı başka bir kitap, film veya karakter hafızamda varsa eğer nedensizce sevinç kaplıyor içimi. Tıpkı bu kitapta olduğu gibi. Bana yeni kapılar açtı veya unuttuklarımı hatırlattı bir de yeni kitaplara ulaştırdı. 🌼
Okumaktan ve anlatmaktan mutlu oldum, @muratkbesiroglu'na teşekkür ediyorum ve kendisine bol bol ilhamlar diliyorum.🎈
16 Eylül 2022